Her coğrafyada kadınlar uğradıkları hak gasplarına karşı mücadeleyi büyütüyor. Kadın kimliğine karşı uygulanan politikalara seslerini daha gür çıkarıyor, hak arıyorlar. Dünya olağanüstü bir süreç yaşıyor. Yaşanan bu olağanüstü süreç; her ülkede kendi dinamiği, kendi direnci ve kendi hak arama gerçekliği ile paralel ilerliyor. Ülkemize baktığımızda ise egemenler sömürüyü, zoru ve baskıyı ‘abece’sinde devamlı tekrarlayarak faşizmin genetiğini duble bir üstünlük ile pratiğe geçiriyor. Salgınla birlikte süreci yönetemeyenler, halk kitlelerinin algısını yönetmeye çalışsa da her geçen gün sıkışmışlık yaşıyorlar. “Acı reçete” diye dillendirdikleri “yoksulu öldür” formülü ile evine ekmek götüremeyen işçi ve emekçinin boğazını sıkarak bu sürecin altından kalkmayı hesap ediyorlar. Üretimin, tarımın yerini ihalesiz satılan yollar, köprüler, hastaneler alırken işsizliğin tavan yaptığı, çalışanın ise aç yaşadığı gerçeği; şişirilen TÜİK verileri ile örtbas edilmeye çalışılıyor. Ancak “Gerçekler devrimcidir!” ve gerçekleri örtbas edenler gecekondularda ekmek bulamayanlardan, işsiz kalanlardan, aç yatanlardan daha azdır.
Ekonomik krizin derinleşmesi ile birlikte en küçük sese dahi tahammülün ortadan kalktığı, her gün onlarca insanın “suçlu” bulunup hapishaneye atıldığı bir süreci yaşıyoruz. Ağır bir süreç yaşamaya mahkûm edilen emekçi ve işçi kitlelerinin yanı sıra “ezilenin ezileni” kadın kitlelerini ayrı ele almak gerekiyor. Egemenlerin kadınlar için her zaman ayrı bir politikasının olduğunu unutmamak gerekiyor. Ülkemizin iktisadi ve siyasi yapısına kabaca baktığımızda dahi kadın kitlelerinin nasıl bir yaşam mücadelesi verdiği açık bir şekilde ortaya çıkar.
Hiç Bitmeyen “Salgın”: Erkek Egemenlik
İşçi kadınlar; fabrikalarda, atölyelerde, tüm çalışma alanlarında emek sömürüsü dolu mesai saatlerinin yarattığı yorgunlukla yaşamlarına devam ediyor. Ay başında aldıkları maaş ile “Önce hangi borcu ödemeliyim?” ya da “Ayın sonunu nasıl göreceğim?” düşünceleri arasında gidip geliyor. Üstüne bir de akşam evde onları bekleyen ve bitmeyen ev işleri sarmalında dönüp duruyor emekçi kadınlar. Eğer mevsimlik işçi ise göçebe çadırlarına yaşamın bütün zorluklarını sığdırıyorlar. Akşama kadar çalıştığı tarlaların tozunu, toprağını yorgan yapıyor, ölümüne akıttığı alın teri daha kurumadan derme çatma çadırda yemek pişiriyor, yaşamı saçının teli kadar değersiz, güvencesiz, sigortasız çalışmaya gittiği yollar ise çoğu zaman ölümü oluyor. Bir de tamamen erkeğe bağımlı ev kadınları var; ekonomik olarak “hiçbir işe yaramayan” ev kadınları… Evde yaptığı işlerin her birine ücret ödense ev ekonomisinin sarsılacağı gerçeği görmezden gelinen, emeği görünmeyen fakat kendisi “göze batan” ev kadınları…
Bu örnekleri arttırabileceğimiz herkes açısından aşikârdır. Fakat kadınların bu yaşadıkları yetmezmiş gibi sokak ortasında katlediliyorlar, “namus” belasına onlar vuruluyor, erkek kıskançsa kadın ölüyor, kadın tacize-tecavüze uğradıysa bunun sebepleri yine kadında aranıyor. Kadının başına gelen her şeyde sebep “tabii ki” kadının kendisi oluyor. Sorular hemen soruluyor, cevaplar ardından geliyor. “Mini etek mi giydi?”, “Geç saatte sokakta mıydı?”, “Gülmüştür.”, “İşve cilve yapmıştır.” Ha bir de şu “baş belası parfüm” vardı, erkekleri baştan çıkaran… Soruların böylece cevaplandırılmasıyla tecavüzün, tacizin, katledilmenin “suçu” kalıyor kadının üstüne. Erkekler mi? Onlar zaten doğuştan egemen cinsiyet olmanın ayrıcalığına sahip! Ee, devlet erkek egemen olunca koruma zırhı da erkeklerin üzerine giydiriliyor. Zırhı giyene değil giydirene bakmak gerekiyor. Devlet zırhını giyenler, devlet politikasını uygulama görevini başarı ile yerine getiriyorlar.
Pandemi, Emek Sömürüsü ve Kadın Direnişi
Üretim içinde olsun ya da olmasın kadınlara biçilen rollerin motifleri o kadar ustaca işleniyor ki bu rollerin kanıksanıp hayata geçirilmesinin önü de açılıyor. Egemenler; işte, evde, sokakta, okulda köle kıvamında yaşamalarını salık verdikleri kadınları tam da ekonomik kriz dönemlerinde daha da fazla “hatırlıyor.” Bu dönemlerde en fazla işten çıkarılan kadınlar oluyor. İşten çıkarılmayanlar ise yoğun bir şekilde hak gasbına uğruyor.
Pandeminin başladığı günden bugüne en çok söyledikleri iki istikrarlı slogan olan “maske, mesafe, hijyen” ve “hayat eve sığar”ın çalışan milyonlarca işçi ve emekçide bir karşılığı olmadı. Tersine açlığın ve sömürünün kapıları sonuna kadar açılmış, yoksullukla aradaki “mesafe” böylece kapanmıştır. Hayatı eve sığdırmaya çalışanlar ise ev içi şiddetin, ekonomik krizin ve evde kalan aile fertlerinin günlük ihtiyaçlarını üstlenmiş hem fiziken hem de ruhen ekonomik şiddetin sarmalında eve hapsolmuştur. Pandemi sürecinden en çok etkilenen her zaman olduğu gibi yine kadınlar olmuştur. İstatistiksel verilere göre pandemi sürecinde kadına yönelik şiddetin üst boyutlara ulaştığı görülmektedir.
Yasaklarınızı Tanımıyoruz, 1 Mayıs’ta Alanlardayız!
Başta söylemiştik; dünya olağanüstü günlerden geçiyor. “Asalaklar” doymak bilmedikleri kâr hırsı ile biriktirdikleri yığınların altında kalmaya doğru sürükleniyor. Bu yolculukta önlerine geleni ya da set oluşturanları silip süpürme isteğinden de geri durmuyorlar. Hak alma mücadelesinde her ne kadar baskı, gözdağı, sindirme politikaları da olsa kadınlar sokakları terk etmiyor ve kadınların sloganları hiç tükenmiyor. Bazen tecavüze uğrayanların sesi, bazen katledilen kadınların hesap sorucusu, bazen kölece sömürüye ve şiddete maruz kalan kadınların hak arayıcısı oluyorlar. Kazanılmış kadın hakları için “Sokakları terk etmeyeceğiz.” diyorlar. Kadınlar yasaklarda yasakları tanımıyorlar ve yaşam alanlarını en ön saflarda onlar savunuyor. Cesaretleri ezilmişliklerine olan isyandan gelen kadınlar, kendileri için güvensiz olan erkek egemen anlayışın çarkını ters çevirmek için mücadeleyi büyütüyorlar.
İşçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günü 1 Mayıs’a sayılı günler kala, kadınlar kendilerinden çalınan insanca yaşam hakkını, yok sayılan emeğini ve kimliğini savunmak; hesap sormak için alanlardan haykıracaklar: “Emeğime, bedenime, kimliğime dokunma!” Egemenler ile aynı masaya oturanların karşısında duracak ve “Yasaklarınızı tanımıyoruz, 1 Mayıs’ta alanlardayız!” sloganları ile sokaklarda var olacaklar. Dün de var oldukları gibi…